Kendi Kelimesini Arayan Kadın

Duygu Mehmetoğlu
4 min readSep 17, 2021

--

Bu yazıyı yazmaya başlamak için bir süredir düşünüyorum. Anlatmak istediğim çok fazla konu var ve üzerlerine düşünmeden içimden geldiği gibi oturup yazmak istemedim. Başta bu yazıyı “Erasmusta ilk 10 gün” temasında yazmayı düşünmüştüm, sonra uzun süredir izlemeyi ertelediğim bir filmi izledim ve fikrim değişti.

Hayatımın yavaş yavaş düzene girdiği, geleceğimle ilgili planlar yapmaya başlayabileceğim bir dönemindeyken henüz gerçekte olduğum kişiyi bulamadığımı fark ettim. Açıkçası bu durum beni derinden etkiledi çünkü kendimi tanımak ve olabileceğim en verimli halimde olmak konusunda bir süredir çalışıyorum. Bu yolculuğun bir parçası olmasını umduğum Erasmus sürecim de Eylül ayının 5'inde başlamış oldu. Çok sevdiğim yaz tatiline ve oradaki sıcak arkadaşlık ortamımıza erken veda edip İstanbul’a dönmem gerekti. Benim için hikayenin zor başlamasının esas sebebi de yaz aylarının bitişini kabullenememe durumu oldu. İstanbul’dan Prag’a giden uçağa bindiğimde tek bildiğim şey, o an hissettiğim her duygunun bende bir iz bırakacağı ve bu izlerle birlikte büyüyeceğimdi. Önümdeki günlerde başıma neler geleceğini, kimlerle tanışacağımı, nerelere gideceğimi ve en önemlisi bu dönemin sonunda kendimle ilgili neler keşfedeceğimi bilmeden bir yolculuğa çıkmıştım. Hazır mıydım? Bilmem, üzerine pek düşünmedim. Hazır olmayı bekleyecek kadar sabırlı değildim, bir an önce yola çıkıp yaşamak, keşfetmek, deneyimlemek istiyordum.

Tabii her şey çabucak olmuyormuş. Tek başıma yapacağımı bildiğim her şeyi tek tek yaptım, yaparken de yüzümde bir zafer gülümsemesi yoktu açıkçası ama aklımdan tek bir cümle geçiyordu. “Şu an yaşadığın bütün zorluklar seni sen yapacak ve bir daha bu anlara geri dönemeyeceksin, bunların da tadını çıkartmayı dene”. Fazla olumlu farkındayım, ama hayata tutunmak için ihtiyaç duyduğum motivasyon tam olarak buydu.

Aklımdayken ürktüğüm çoğu şey buraya geldiğimde yapmakta en az zorlandığım şeyler haline geldiler. Zaten tek başına olma halinden keyif alan biri olduğum için sahip olduğum bu özgürlüğün anlamı bende büyüktü. Durumlara çabuk adapte olduğunu düşünen biri olmama rağmen bu özgürlüğe sahip olduğumu anlamam ve etrafıma baktığımda gördüklerime anlam verebilmeye başlamam (bulunduğum ortama alışma sürem olarak adlandırıyorum) tam onuncu günümde mümkün oldu. Marketten odama dönerken yürüdüğüm yolda günlerdir var olan binaların güzelliğini yeni görüyordum. Kaybolmadan yolları öğrenmek ve sahip olduğum stresi kontrol etmeye çalışmak arasında bir yerlerde iken gözümün önündekilere vakit ayıramamışım. Sonrası, geçtiğim yerlerdeki her binada en az bir heykel olduğunu fark etmem ve şehri biraz daha sevmeye başlamam ile devam ediyor.

Bir noktada hayatı anlamaya çalışma çabasının anlamsız kaldığını düşünüyorum. Oturduğumuz yerden bir şeyler düşünüyoruz, yaşanabileceklere olasılıklar atayıp kendi kendimize dertleniyoruz ya da seviniyoruz. Peki ne zaman yaşayacağız? Ne zaman adımımızı dışarı atacağız ve başımızdan geçen gerçek olaylar üzerine düşüneceğiz? Biz kendimizi yaşamaya hazır hissedene kadar geçen zaman ne olacak? Akrep ve yelkovan birbirini takip etmeye ara verecekse eğer, evet ben de bekleyebilirim yaşamak için. Aksi takdirde durmak istemiyorum. Hayatın hiçbir anını kaçırmak istemiyorum, kendimi canlı hissetmek için sürekli öğrenmek, gelişmek, keşfetmek, gezmek, yemek yemek ve çalışmak istiyorum. Bu hayatı kendim için, kendi doğrularımla ve kendi bildiğim yoldan yaşamak istiyorum. Bu yüzden hiçbir şey için beklememe kararı aldım. Akıl süzgecinden geçirdiğim bütün isteklerim için bir adım atacağım ve sonra yolun bana ne sunduğuna bakacağım. Adım atmaya cesaret edebilmek kadar bu adımların devamlılığını sağlamak da önemli, bu yüzden bir noktada şansın da bana bu yolculukta eşliğine ihtiyaç duyacağım gibi duruyor.

Son zamanlarda sokakta yürürken başımı yukarı kaldırıp gökyüzüne baktığımda aldığım o derin nefesin ciğerlerime gidişini vücudumda hissetmeyi çok seviyorum. Bunu her yaptığımda hayatta olduğum için teşekkür ediyorum. Kendimi ayakları biraz daha yere basan bir dünyalı gibi hissetmeme sebep oluyor. Bunu bazen bilinçsizce yaptığımı fark ettiğimdeyse yüzümde bir gülümsemeyle birlikte yürümeye devam ediyorum. Sırt çantası ve kulaklıklarıyla yaşadığı anın kıymetini bilen ve bunun tadını çıkartmayı unutmayan bir turist gibi, geçtiğim binaların camlarına yansıyan silüetimi her gördüğümde yapmaktan çekinmediğim her şey için kendime teşekkür ediyorum.

Kabul etmeliyim ki kendimle ilgili büyük beklentilerle geldiğim bu yeni ülkeden bana kalan tek şeyin yaşadığım güzel anlar olmasını bekliyorum esasında. Bu anların hepsinden bir ders almanın ve bunların anlamları üzerine düşünmenin bana düştüğünü biliyorum :) Deneyimlediğim her yeni hissin, gördüğüm her yeni yerin ve tanışıp hayatımı etkilemesine izin verdiğim herkesin kişiliğimde bir iz bırakacağını umuyorum. Bütün bunların ardında ortaya çıkacak yeni Duygu için heyecanlıyım fakat benim için bunların birleşimi hayatın ta kendisi demek olduğu için büyük bir tutkuyla bekliyorum hepsini.

Söylediğim filmi henüz izlememişken bu yazıma ne başlık koymak istediğim üzerine düşünüp sonunda hiçbir ismin içime sinmediğini fark etmiştim. Sonra çok ihtiyacım olan bir anda çok beğendiğim bu filmi izledim. Tekrar hatırladım ki aramaktan hiç vazgeçmeyeceğim tek şey kendi benliğim. Hayatımın her aşamasında, yaşıma ve sorumluluklarıma aldırmadan her türlü riski alıp bütün cesaretimle “ben bu hayatın bana sunduklarından fazlasını aramaya cesaret edebiliyorum ve dönüşüm dalgalarına hazırım” diyeceğim. Çünkü dönüşüme giden yolun yıkımdan geçtiğini gördüm. Kendime açacağım yeni yollardan da umutlu olmayı hiç bırakmayacağım.

Kendi kelimesini arayan kadın, bu dört kelimenin yan yana gelerek üzerimde bıraktığı etkiyi tarif etmeye çalışayım. Karşınızda şimdiye kadar gördüğünüz en güzel yemek duruyor fakat siz isminin ne olduğunu bilmiyorsunuz. İçinde ne olduğunu aldığınız tatlara dayanarak söyleyebiliyorsunuz fakat yapmak isteseniz doğru miktarda doğru içerikten koymanız zor olacak. Sonra biri size sihirli kelimeyi söylüyor ve yemeğin ismini öğreniyorsunuz. Böylece artık neyi aradığınızı biliyorsunuz ve aradığınız şey elde ettiğiniz bu yeni ismin tarifini bulmak oluyor. Ben de aradığım bir şey olduğunu ve bulmak için çok uğraşmam gerektiğini biliyordum. Ama bu dört kelimenin yan yana gelmesiyle birlikte artık aradığım şeyi kendi içimde somutlaştırabiliyorum. Umarım bir gün o kelimeyi bulmuş olarak da bir yazı yazıyor olabilirim.

Tüm bunları buraya yazmamın esas sebebi, bu filmin bana hissettirdiklerini unutmamak ve bir gün ne yapacağımı bilemez hissediyor olursam bu satırları okuyup biraz da olsa hareket cesaretine sahip olmayı umuyor olmam.

Tabelalar çok fazla ve her biri başka bir yeri gösteriyor, gezilecek çok yer, görülecek çok güzellik ve deneyimlenecek çok fazla duygu var. Önemli olan bunlara karşı kendimizi aç hissediyor olmamız. Gerisi bir şekilde gelecek. Yeter ki yaşamaktan korkmayalım ve adımlarımızı atmaya sürekli devam edelim.

Bu yazının şarkısının da bu olduğunu hissediyorum. Yazarken dinlemekten en çok keyif aldığım şarkıyı soracak olanlarınız için de bunu bırakıyorum :)

--

--

Duygu Mehmetoğlu

Bir psikoloğun aklına düşüp kalemine çarpanlar.